Neşet, 1938’de Kırşehir Çiçekdağı ilçesine bağlı olan Kırtıllar köyünde 5 çocuğu olan Döne Hanım ve Muharrem Bey’in ikinci çocuğu olarak dünyaya geldi.
Babası Muharrem Bey saz ustasıydı. Neşet’in de kalbi ve ilgisi daha çocuk yaşlarından babasına dönüktü. Hatta yıllar sonra bir gün hepimizin tanıdığı ve sevdiği Neşet Ertaş olduğunda bu duygusunu şöyle dile getirecekti: “Babamla ben aynı ruhun insanlarıyız”. Gün gelecek, işte bu duygudan çıkmış türküleriyle Neşet, “Bozkırın tezenesi” olarak anılacaktı.
Babasının etkisiyle 5 – 6 yaşlarında bağlama ve keman çalmaya başladı. Bir zaman sonra çalışmak için gittikleri düğünlerde babasına keman çalarak eşlik ediyordu. Üstelik türküler söylemeye başladığında sesinin güzel olduğunu da fark etmişlerdi.
Aslında yerleşik düzenlerinin olduğu yer doğduğu Kırtıllı köyüydü. Ancak çocukluğunun ilk 8 yılı Kırşehir, Niğde, Nevşehir, Kırıkkale, Kayseri, Yozgat ve köylerini gezerek geçirdiler. Buralarda iş kovalıyorlardı. Bu yüzden okula geç başladı ve sonrası da zaten bölük pörçüktü. Genel bir ifadeyle aslında Neşet okula gidemedi.
8 yaşından sonra ailesi İbikli köyüne yerleşti. Annesini de yine çocukken kaybetti. 12 yaşındaydı. Babası 5 çocukla kalakalmıştı. Üç aylık bebesi dayanamadı, öldü. Acısını bile yollarda, gizli saklı yaşadılar. Yozgat’ın Kırıksoku köyünden Arzu adında bir kadınla tekrar evlendi. Bir süre de bu köyde yaşadılar ve sonra Yerköy ilçesine yerleştiler.
Onun ölümü üzerine Muharrem Bey çocuklarını alarak köyüne yerleşti. Neşet, 14 yaşında çalışmak için köyünden çıkacak ve İstanbul yollarına düşene kadar çocuk yaşları burada geçecekti.
“Bin dokuzyüz otuzsekiz cihana
Kırtıllar köyünde geldin dediler.
Babama Muharrem, anama Döne
Dediysen atayı bildin dediler.
Dizinde sızıydı anamın derdi,
Tokacı saz yaptı elime verdi,
Yeni bitirmiştim üç ile dördü,
Baban gibi sazcı oldun dediler.
O zaman babamdan öğrendim sazı
Engin gönül ile Hakk’a niyazı
O yaşımda yaktı bir ahu gözü
Mecnun gibi çölde kaldın dediler.
Zalım kader devranını dönderdi
Tuttu bizi İbikli’ye gönderdi
Babam saz çalarken bana zil verdi
Oynadım meydanda köçek dediler.
Anam Döne İbikli’de ölünce
Tam beş tane öksüz yetim kalınca
Beşimiz de perişan olunca
Babamgile buradan göçek dediler
Yürüdü göçümüz tefleğe doğru
Bu hali görenin yanıyor bağrı
Üç aylık çocuğun çekilmez kahrı
Bunlara bir ana bulun dediler.
Yozgat’ın Kırıksoku köyüne vardık
Bize ana yok mu diyerek sorduk
Adı Arzu dediler bir ana bulduk
İşte bu anadır buldun dediler.
En küçük gardaşı kayıp eyledik
Onun için gizli gizli ağladık
Üstelik babamı asker eyledik
Yine öksüz yetim kaldın dediler.
Zalım kader tebdilimi şaşırttı
Heybe verdi dalımıza devşirtti i
Yardım etti Yerköy’üne göçürttü
Biraz da burada kalın dediler.
Yerköy’den Kırıkkale’ye geldik
Babam saz çalarken biz cümbüş aldık
Kırşehir’e varınca kemanı çaldık
Aferin arkadaş çaldın dediler.
Yarin aşkı ile arttı hep derdim
Babamı bir yere dünür gönderdim
Başlık çok istemişler haberin aldım
İstemiyor yarin seni dediler.
Kırşehir’de yedi sene kalınca
Düğün düzgün hepsi bize gelince
Burada herkese yer daralınca
Ankara’ya gider yolun dediler
Ankara’da (sünnetçi) Veysel Usta’yı buldum
Epeyce eğleştim evinde kaldım
Yüz lirayı verip bir yatak aldım
Etti isen böyle buldun dediler.
Bir ev kiraladım münasip yerde
Kaldı kavim gardaş hep Kırşehir’de
Bu aşk hançerini vurdu derinde
Çaresini bulmazsan öldün dediler.
Yarin aşkı ile döndüm şaşkına
Arada içerdim yarin aşkına
Canan acımaz mı garip dostuna
Bunu da içeriye alın dediler”
Köçeklikten saz ustalığına
Abdallarda 5 – 6 yaşına basmış erkek çocukları düğünlere götürülür, boş durmasın diye eline bir zil verilir ve evvela köçeklikle başlardı serüvenleri. Biraz daha yaş aldıklarında da kaşıklarla oynamaya başlatırlardı.
Yaşı artık 11 – 12’yi gören çocuklar yetenekleri varsa çalgılardan birini alır, devam ederdi. İşte çalamıyorsa, söyleyemiyorsa, başka hiçbirine yeteneği yoksa köçeklikle devam ederlerdi.
Neşet de böyle böyle başladı. Babası onun yeteneğini geç olmadan keşfedecekti. 6 yaşındayken zille başladı her şey. Hem köçeklik yaptı hem de zil çalıyordu. Babası saz çalıyordu. Neşet’in de gönlü sazdan yanaydı aslında ama babasının yanında o çalamazdı. Abisi kemandaydı, Neşet de cümbüşe tutuldu.
Bir gün babasıyla sessiz bir bakışmanın ardından bırakana kadar devam etti köçekliğe. Kırıkkale’de bir köye fasıla gittiler. Babası oynamasını teklif etti, Neşet de saygıyla kabul edip hazırlanmaya koyuldu. O sırada bir ses çalındı kulağına “Vah yazık, pek gençmiş”. Neşet, yine saygısını bozmadan zilleri babasının önüne koydu. Babası hiç karşı koymadı, ses etmedi; anladı. Oğlunu tanırdı. Zaten oğlunun düştüğü duruma o da çok içerlemişti.
Ama yine de vardıkları her köyde “Abdallar geldi, Abdallar gitti” diye bahsederlerdi onlardan. Haliyle yadırgamaz olmuşlardı. Bu topraklarda yaşayan her milleti sayarlar da en son “Cingan” derlerdi. İşte Abdallar, Cinganlar’dan bir önce gelirdi.
Neşet de yıllar sonra sazının sözü dinlendiğinde “Dertli Yoldaş” adını verdiği türküsünde şöyle anlatacaktı bu hali:
“Zengin isen ya Bey derler ya Paşa,
Fukara isen ya Abdal derler ya Cingan, haşa”
İstanbul yolları
İstanbul yolları çileli, İstanbul zorlu. Neşet, 14 yaşında sazını aldı, düştü yollara… Aç kaldı, yeri geldi karın tokluğuna çalıştı, gününü kurtardı. Ama bir iş de bulamıyordu. Bir gün yine öylece bir şeyler bulma umuduyla dolanırken “Şençalar Plak” diye bir tabela okudu. Elinde sazı içeri girdi.
O sırada içeride “Behiye Aksoy”un ilk plağı dinleniyordu. İçeriye giren genç delikanlı “Kadri Şençalar”ın dikkatini çekmişti. Sesini dinledi. Sesini de sazını da pek beğenmişti. Neşet’e hemen bir plak okuttu; sonra da Beyoğlu Saz’a götürüp ona program aldı. Böylece inceden bir sahne hayatı başladı.
İlk plak çalışmasını da yine Şençalar Plak’ta yaptı. 1957’de çıkan plak “Neden Garip Garip Ötersin Bülbül” adı ile babasına ait bir türküydü. Halk onu bir anda benimsemişti. Plağı, kaset ve konserler takip etti. Artık Anadolu’da dinlenen bir halk ozanıydı. Babası onun bir cevher olduğunu düşünürken yanılmamıştı belli ki.
Neşet, İstanbul’da iki yıl kaldı ve sonra Ankara’ya gitti. Burada bir gazinoda çalışmaya başladı. Hayatını birleştireceği o isimle de burada tanıştı;
Leyla…Neşet Ertaş evlendi
Neşet, ruhu yaşından evvel büyümüş bir çocuktu. Evcilik oynadığı kıza aşık olmuştu, ondan sonrasında da türkülerin etkisinden midir nedir hep aşık kaldı. Bir de babası vardı gözünün önünde en canlı örneği. Gittikleri her yerde aşık oldular. Göze yasak yoktu ya, bir güzel görüp kendilerince sevdalanıyorlardı; sonrası hep saz hep söz…
Bir atasözü haline gelmişti artık; “Kızı kendi haline bırakırsan ya davulcuya varır ya zurnacıya”. Neşet’e göre kızlarını istedikleriyle evlendirmek için onların önüne çekilmiş bir setti bu. Gençlerdi, gittikleri her köyde bir güzele aşık olurlardı; ama bir Abdal isen buna hakkın yoktu. Abdal dediğin kendi içinde evlenir, çoğalırdı. Diyemezlerdi ki, “Beni bırakın, gönlüm başkasında”…
Neşet de diyemedi bir zamanlar gönlü aşka düştüğünde, ama evliliğin kurumuna saygısı vardı o ayrı. Neşet, gönlünde aşkı baki dolanıyordu. Ankara’da çalıştığı gazinoda tanıştı Leyla’yla. Evlenmek istedi.
Babası Muharrem Bey’in de rızası olmadı hiç. Kendilerinden olmayan bir kızla evlendiği için oğluna tepkiliydi. Leyla aslen Bolulu’ydu ve onun ailesi de Neşet’i kabullenememişti. Ama Neşet ve Leyla kimseye kulak asmayıp 1960’ta Ankara’da evlendiler.
Evliliklerinin ilk zamanları mutlulardı aslında. Bu evlilikten Döne ve Canan adında iki kızları ve bir de Hüseyin adında bir oğulları olmuştu.
Neşet askerliğini de evlilikleri sırasında yaptı. Leyla’nın ailesinin de gölgesi iyiden iyiye düşmüştü üstlerine. Daha fazla devam edemediler ve 1968’de ayrıldılar. İkisi de başka yollarda hayatlarına devam ettiler. Ama gönlü türkülerle coşan adam, yine aşkla bir başka yaşayacaktı tabii…
Bu arada Muharrem Bey de oğluna çok üzülmüştü ve ona sazıyla yanık yanık seslendi:
“Evvelde tutmadın Neşet sözümü
Öksüz koydun yavruları kuzunu
Almasaydın Boluların kızını
Son pişmanlık fayda vermez evladım.
Ben Neşet’im diyorsun o da der Leyla
Sebep oldu anası ayırdı böyle
Bir ben söyleyeyim Neşet bir de sen söyle
Atasözü muteberdir evladım
Tükettin ömrümü koymadın özümü
Atasözü tutmayan döver dizini.
Leyla çıkmış konsere takmış pozunu
Bu da bize bir zuldür evladım.
Temiz ruhlu hoş sohbetsin şöhretsin
Hakkın vardır evlenmeye evladım
Mevlam sebep olanları kahretsin
Aslı bozuk alma dedim evladım
Küsmedim Neşet’im kahrettim sana
Baban değil miydim sormadın bana?
Olan olmuş yavrum ne deyim sana
Sen aklını yitirmişsin evladım”
“Aşkı kimden aldın sevgiyi kimden?
Aslı bozuk deme gel şu insana
Soracak olursan eğer ki benden
Aslı bozuk deme gel şu insana.
Yazımızı felek yazdı Mevla’dan değil
Enin dediklerin a dost evladan değil
Her hata suç bende Leyla’da değil
Aslı bozuk deme gel şu insana.
Ulu arıyorsan analar ulu
Sevmişiz gönülden olmuşuz kulu
Analar insandır biz insanoğlu
Aslı bozuk deme gel şu insana.
Seni beni kim getirdi cihana
Her oğlu doğurmuştur bir ana
Senin fikrin başka dostluk bahane
Aslı bozuk deme gel şu insana”